Karasu: 10 madde Türkiye’nin demokratikleşmesi maddeleridir

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, açıklamadaki 10 maddenin Türkiye'nin demokratikleşmesi maddeleri olduğunu söyledi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, ”Bu açıklamadaki on madde bir bütün olarak Türkiye'nin demokratikleşmesi maddeleridir. Bu nedir? Türkiye'de Kürt sorununda, Alevi sorununda, yerellerin kendi kendini yönetme sorununda demokratik bir çözüme kavuşacaktır. Tüm dışlanmışlar bu taslakla birlikte yapılacak müzakereyle özgür ve demokratik yaşama kavuşma zeminini yakalayacaktır… Çünkü Aleviler özgürleşmeden, diğer farklı etnik ve inanç toplulukların özgür ve demokratik yaşamı sağlanmadan, kadın sorunu çözülmeden ve diğer toplumsal sorunlar çözülmeden Türkiye demokratikleşmez. Türkiye demokratikleşmiyorsa o zaman Kürt sorunu da çözülmüş sayılmaz. Kürt Halk Önderi de Hareketimiz de Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorununun çözülemeyeceğini, Türkiye'nin demokratikleşmesiyle Kürt sorununun çözümünün iç içe olduğunu, birinin diğerinden koparılamayacağını görmüştür. Bu nedenle de Türkiye'nin tümüne yönelik bir demokratikleşme projesi sunmuştur. Bu açıdan on maddelik taslağı böyle anlamak gerekiyor” dedi. Karasu, eğer devlet ve Hükümet isterse, çözüm politikası varsa müzakereye oturulup sorunlar kısa sürede çözülebileceğini sözlerine ekledi.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, HDP Heyeti ile Hükümetin birlikte yaptıkları basın açıklamasına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

 

HDP Heyeti ve AKP Hükümet yetkililerinin ortak açıklamasını tarihi olarak nitelendirdiniz. Bu açıklamayı hangi özelliği tarihi kılıyor?

Bu açıklamanın tarihi olmasının nedeni, iki tarafın yapacakları çerçevesinde Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü ortaya koyan bir proje içermesidir. Öngörülen proje İçişleri Bakanı’nın, Başbakan Yardımcısı’nın, AKP'nin Meclis’teki Grup Başkan Vekili’nin ve Güvenlik Müsteşarı’nın bulunduğu ortamda okunuyor. Bu tabii önemlidir. Çünkü Kürt sorununun çözümüne ilişkin Önder Apo’nun projesi gerçekleşiyor. Bu, açıktan açığa Önder Apo'nun, Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürt sorununda muhatap olduğunun ortaya konulmasıdır.

Hükümet böyle bir açıklamaya neden katıldı, bu açıklama neden Dolmabahçe Sarayı’nda oldu, Hükümetin hesapları neydi, bunlardan bağımsız olarak bu açıklamanın tarihi önemde olduğunu söylemek gerekiyor. Yakın zamana kadar terörist-terörist başı denilen ve hala İmralı’da esaret koşullarında bulunan Önder Apo'nun değerlendirmelerini hükümet yetkilileri, devlet sorumluları dinlemişler ve O’na katılmışlardır. Çünkü HDP'nin okuduğu belge Önder Apo’nun İmralı’da HDP Heyetine söylediklerini ifade etmektedir. Belki bir iki yerde değişiklikler olmuştur, ancak bu değişikliklere de Kürt Halk Önderi Heyet yanına gittiğinde “uygundur” demiştir. Böyle bir durum tabii ki bu açıklamayı tarihi kılmaktadır.

Tarihi olmasının bir nedeni de, bu açıklama 2013 Newroz’unda Önder Apo'nun okunan manifestosunun çerçevesini ifade etmektedir. Önder Apo o zaman bir manifesto yayınlamış, ateşkes ilan edilmesi çağrısında bulunmuş, esir askerlerin serbest bırakılmasını istemiş ve gerillanın geriye çekilme iradesini ilan etmiştir. Bütün bunlara Özgürlük Hareketi uymuştur. Ancak AKP üstüne düşen yasal ve anayasal adımları atma görevini yerine getirmediği gibi, sanki bu adımlar atılmamış gibi bir vurdum duymazlıkla hareket edince süreç ilerletilememiştir.

AKP, Kürt Özgürlük Hareketi'nin ateşkesin sürdürülmesi ortamında yaptığı bütün uyarılarına rağmen demokratik çözüm için anayasal ve yasal adımlar atmamıştır. Üstüne üstlük Rojava Devrimi’ne düşmanlık yapıp Kobanê’de IŞİD’in en büyük destekçisi olunca süreç gerilimli bir aşamaya gelmiş, tıkanmış, daha şiddetli çatışmaların olacağı bir siyasal durum ortaya çıkmıştır. Önder Apo bu durumda çatışmayı önlemek, çatışma yerine Kürt sorununun demokratik çözümü doğrultusundaki süreci ilerletmek için yeni bir hamle yapmayı gerekli görmüştür. Bunun için de 2014 Kasım ayında üç aşamalı bir müzakere taslağını hem Hareketimize hem de Hükümete sunmuştur. Bu demokratik müzakere taslağının neler içerdiğini hemen hemen bütün kamuoyu parça parça öğrenmiştir. Önder Apo on başlıkta müzakere edilmesini, daha sonra da PKK'nin kongresini toplayarak Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi durdurma kararı almasını önermiştir. Dikkat edilirse bu taslak tamamen Türkiye'yi demokratikleştirme ve Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye'nin tüm temel sorunlarını çözme projesidir.

Önder Apo böyle bir projeyi kırk yıllık yürütülen mücadele ve Türkiye halklarının onlarca yıldır yürüttüğü demokrasi mücadelesinin yarattığı birikimleri Türkiye'nin demokratikleşmesi doğrultunda değerlendirmek için gündeme koymuştur. Zaten yirmi yıldır yürüttüğü demokratik siyasal yola başvurması da bu nedenledir. Öte yandan Türkiye'nin mevcut iç koşulları ve Türkiye etrafındaki bölgenin siyasal durumu böyle bir demokratikleşmeyi ve demokratik çözümü gerekli kılmaktadır. Böyle bir müzakere taslağı bu olgun zemin üzerinde sunulmuştur. Dolayısıyla bu tarihi müzakere taslağı ile bir taraftan şiddetli bir çatışma sürecinin önüne geçmeyi hedeflemiş, diğer taraftan da Türkiye'yi demokratikleştirme ve Kürt sorununun çözümünü sağlama amaçlanmıştır.

Ne var ki AKP Hükümeti önceleri olduğu gibi bu demokratik müzakere taslağından sonra da heyet görüşmelerini haftalara yayarak, bu müzakere taslağında olan birinci aşamanın tamamlanması için son tarih olan 15 Şubat’a kadar hiçbir şey yapmamıştır. Halbuki 15 Şubat’a kadar müzakere yapılıp temel başlıklarda anlaşılması gerekiyordu. Hareketimiz, Hükümetin bu müzakere taslağı karşısında adım atmamasını çözümsüzlükte ısrar ve bir çatışma ortamını yaratma olarak değerlendirmiştir. Böyle bir ortamda ateşkesin bile sürdürülmesinin zor olacağını vurgulamış, bu konuda Hükümeti uyarmıştır.

Önder Apo, AKP'nin süreci tıkattığı böyle bir dönemde demokratik müzakere taslağını farklı biçimlerde pratikleşmesini öngören bir Yol Haritası sunmuştur. Bu defa kamuoyuna açık bir biçimde deklere edilmesi yolunu seçmiştir. Kuşkusuz bu demokratik müzakere taslağının kamuoyuna sunulmasında içerik ve biçim olarak karşılıklı bazı itirazlar ortaya çıkmıştır. Sonunda Önder Apo’nun onayıyla 28 Şubat’ta belge Hükümet ve HDP Heyeti’nin birlikte bulunduğu ortamda okunmuştur. Bu, aslında Önder Apo'nun Kasım ayında sunduğu müzakere taslağının açıkça kamuoyuna sunulmasıdır. Böyle anlamak gerekiyor. Önder Apo bu tutumuyla hem çatışmayı, gerilimi önlemiş, hem de müzakere taslağının gizli kalmasının, toplum tarafından bilinmemesinin yarattığı sorunları ve sıkıntıları gidermek için böyle bir açıklamayı uygun görmüştür. Aslında Hükümet ilk önceleri bu düzeyde bir açıklama öngörmüyordu. Sadece Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılacağı gibi bir açıklama yapılmasını istiyordu. Ama bu kabul edilmemiştir. Böyle bir metin hem HDP Heyeti, hem de Hareketimiz tarafından kabul edilmemiştir. Kaldı ki Önder Apo’nun sadece Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılacağı biçiminde bir açıklama yapılması önerisi olmamıştır. Sonuçta Hükümet HDP Heyeti’nin hazırladığı metinde bazı rötuşlar yapılarak yayınlanmasını kabul etmiştir.

 

Bu açıklama yirmi yıllık demokratik siyasal çözüm mücadelesi açısından ne anlam ifade ediyor?

Biz, Önder Apo'nun Hareketimize ve Hükümete sunduğu müzakere taslağının özet çerçevesinin kamuoyuna sunulması tarihi olmakla birlikte; burada esas önemli ve tarihi olan husus, kırk yıllık Kürt Özgürlük mücadelesinin, Türkiye'deki özgürlük ve demokrasi güçlerinin onlarca yıldır yürüttüğü mücadelenin ortaya çıkardığı değerlerin, özgürlük ve demokrasi kültürünün böyle bir müzakere taslağıyla görünür kılınmasıdır. Dikkat edilirse bu taslakla birlikte herkes Türkiye'de demokratikleşmenin ve Kürt sorununun demokratik temelde çözümünün gerektiğini dile getirmiştir. Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda Türkiye halklarının ve Kürt halkının özlemi bu açıklamadan sonra daha açık bir biçimde kamuoyuna yansımıştır. Böylece Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesi birikiminin tümünün bu açıklamayla birlikte bir demokratikleşme zemini haline gelmesi çok önemlidir. Bu yönüyle açıklamayla birlikte Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü her zamankinden daha yakın hale gelmiştir. Artık onlarca yıldır yürütülen demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi'nin birikimi somut bir demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü zemini haline gelmiştir. Bunu Hükümet de kabul etmek zorunda kalmıştır, kamuoyu açısından da böyle bir zemin demokratikleşme kazanımı haline gelmiştir.

Hükümetin hesabı ne olursa olsun, artık böyle bir demokratikleşme taahhüdü devlet heyetinin, Hükümet heyetinin gözü önünde Türkiye halklarına sunulmuştur. Türkiye'deki demokratik güçlerin, sol güçlerin, demokrasi isteyen Müslüman demokratların, Alevilerin, farklı kimliklerin, herkesin yürüttüğü mücadelenin ortaya çıkardığı bir birikim ve demokrasi özlemi en somut biçimde bu belgeyle ortaya konulmuştur. Bununla farklı toplulukların demokratik ve özgür yaşamının gerçekleşeceği bir Türkiye taahhüdü yapılmıştır. Hükümet, o belgede ortaya konulan yükümlüklerini yerine getirsin ya da getirmesin artık bu açıklamayla birlikte demokratikleşme Türkiye toplumunun, halklarının önüne gelmiştir. Artık bu zeminden geriye düşülemez. Bundan sonraki görev bu zemine dayanarak Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü sağlatmaktır. Bunu AKP yapar mı yapmaz mı? Onu bilemeyiz. Önümüzdeki dönemdeki pratiklerine bakılarak görülecektir. Ama demokrasi güçleri örgütlenerek, mücadele ederek bu zemin üzerinden Türkiye'yi demokratikleştirip Kürt sorununu çözmeyi sağlayacak imkanlara her zamankinden fazlasıyla kavuşmuştur.

 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 10 maddelik bir müzakere taslağı sundu. Bu taslak ne anlama geliyor? Bu taslağı nasıl okumak gerekir?

Bu taslak belirttiğimiz gibi daha önce Kasım ayında sunulan taslağın legal hale gelmesidir. Kuşkusuz Kasım ayında bu taslak sunulurken hem bir Yol Haritası, hem de tarih ortaya konulmuştu. Üç aşamalıydı. Aslında bu defa okunan belge de bu üç aşamalı taslağın yeni bir biçimde ortaya konmasıdır. Kasım ayında sunulan taslakta şu vardı; on madde üzerinde müzakere yapılacak, mutabakata varılırsa Önder Apo Meclis’te konuşacak, daha sonra da PKK Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi durdurmak için kongresini toplayacaktı. Bu yönüyle Dolmabahçe’de ortaya konulan on maddelik müzakere taslağı da benzer bir mantık bütünlüğü içinde sunulmuştur. Bu taslağın sunumunun arka planı vardır, bu taslağın İmralı’da hangi görüşmeler ve konuşmalar çerçevesinde gündeme geldiği gerçeği vardır. Bunları bizler biliyoruz. Zaten bu açıklamada silahın bırakılması değil, silahlı mücadelenin bırakılmasının niyet beyanı vardır. Niyet beyanı nedir? Belirli koşullarda gerçekleşirse pratiğe geçirilebileceğini ifade eder. Yoksa hiçbir gelişmeyle bağlantılı olmadan yalnız başına Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılması anlamına gelmiyor. Bir çocuk bile niyet beyanının ne anlama geldiğini bilir.

Bu açıklamadaki on madde bir bütün olarak Türkiye'nin demokratikleşmesi maddeleridir. Bu nedir? Türkiye'de Kürt sorununda, Alevi sorununda, yerellerin kendi kendini yönetme sorununda demokratik bir çözüme kavuşacaktır. Tüm dışlanmışlar bu taslakla birlikte yapılacak müzakereyle özgür ve demokratik yaşama kavuşma zeminini yakalayacaktır. Demokratikleşmenin derinleşmesini ifade eden kadın sorunu ve ekoloji sorunu da müzakereler çerçevesinde bir çözüme kavuşacaktır. Her alan demokratikleşecekse, toplum ve yereller güç olacaksa, ekonomik alanda da toplumun güç olması anlamına gelen ekonominin demokratikleşmesi de sağlanacaktır. Yerel demokrasi çok önemlidir. Artık demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu Ege olabilir, Karadeniz olabilir, Kürdistan olabilir. Bir coğrafyanın insanlarının kendi kendini yönetmesini hedefler. Bu tür sorunların çözümünü hedefleyen on maddelik müzakere başlıkları bulunmaktadır. Şunu herkes biliyor ki, Kürtler yararlanmasın diye, Aleviler yararlanmasın diye özellikle farklı etnik ve dinsel topluluklar yararlanmasın diye demokratikleşme yönünde adımlar atılmamıştır, atılmıyor. Çünkü yüzyıla yakın bir zamandır tüm farklılıkları eritip bir ulus-devlet yaratma hedeflenmiştir. Eğer Kürt sorunu olmasaydı Türkiye bugün Almanya gibi rahatlıkla eyaletlerin var olduğu bir federatif sistem olurdu. Bu düzeyde merkezi yönetimde ısrar edilmezdi. Yerel demokrasi, yani yerellerin özyönetimi, özerkliği kabul edilirdi.

Bu taslakta farklı bütün etnik, inançsal, kültürel, sosyal toplulukların, dışlanmış bütün toplulukların sorunları çözülerek Türkiye'nin demokratikleşmesi hedefleniyor. Çünkü bu dışlanmış toplulukların özgür ve demokratik yaşamı tanındığında Türkiye zaten demokratikleşmiş olacaktır. Bu açıdan bir Türkiye'yi demokratikleştirme programıdır. Zaten bu açıklamadan sonra genel kanı, bu taslağın sadece Kürt sorununun çözümü hedeflemediği, bütün farklı inanç topluluklarının, etnik toplulukların, sosyal toplulukların, kadın sorununu, ekoloji sorunu, bunların hepsinin çözümünü kapsadığı, Türkiye'deki bütün toplulukların kendisini bu demokratikleşme taslağında bulacağı biçiminde olduğudur.

Kuşkusuz bunlar doğru değerlendirmelerdir. Zaten Türkiye tarihi irdelendiğinde şöyle bir gerçek görülür; herhangi bir toplumun sorunu çözülmediğinde diğer toplulukların özgürleşmesi de gerçekleşmez. Bu açıdan sadece Kürtlerin özgür ve demokratik yaşama kavuştuğu bir demokratik Türkiye olmaz. O nedenle Önder Apo ve Hareketimiz bütün toplulukların ve toplumun özgürleşmesini ve demokratikleşmesini hedefleyen bir zihniyete, bir projeye sahiptir. Hareketimizin Kürtler özgür ve demokratik olsun da diğerleri ne olursa olsun biçiminde bir yaklaşımı yoktur. Çünkü Aleviler özgürleşmeden, diğer farklı etnik ve inanç toplulukların özgür ve demokratik yaşamı sağlanmadan, kadın sorunu çözülmeden ve diğer toplumsal sorunlar çözülmeden Türkiye demokratikleşmez. Türkiye demokratikleşmiyorsa o zaman Kürt sorunu da çözülmüş sayılmaz. Kürt Halk Önderi de Hareketimiz de Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorununun çözülemeyeceğini, Türkiye'nin demokratikleşmesiyle Kürt sorununun çözümünün iç içe olduğunu, birinin diğerinden koparılamayacağını görmüştür. Bu nedenle de Türkiye'nin tümüne yönelik bir demokratikleşme projesi sunmuştur. Bu açıdan on maddelik taslağı böyle anlamak gerekiyor.

 

Dolmabahçe Başbakanlık konutunda yapılan açıklamanın ardından Hükümet tüm görevlerini yerine getirmiş algısı yaratarak bundan sonra Hareketinizin baharda toplanıp silahsızlanma kararı alacağı yönünde propaganda yapılıyor, bu konuda neler belirtebilirsiniz?

Bir kere şunun altını çizmekte fayda var. Silahsızlanma diye bir şey söz konusu değildir. Şu anda Hareketimizin gündeminde silahsızlanma diye bir şey yoktur. Böyle bir konuyu gündemimize almamışız, hiç düşünmemişiz de, aklımıza da getirmemişiz. Ancak yıllardır söylüyoruz, Türkiye'de Kürt sorunu çözülürse, Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi durduracağız, bırakma kararı alacağız. Bu açıdan tabii ki Türkiye'de demokratikleşme olup Kürt sorunu çözüldüğünde Türkiye'ye karşı da silahlı mücadele sonlanacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu ve tereddüdü olmasın. Ancak gelinen aşamada şu gerçeği herkes görmelidir; PKK sadece Bakurê Kurdîstan’da mücadele yürüten bir Hareket değildir. Bugün Önderliğinin düşünceleri doğrultusunda Kürdistan'ın diğer parçalarında yürütülen özgürlük ve demokrasi mücadelesi PKK ve HPG gerillaları tarafından desteklenmektedir. PKK'nin şu anda ideolojik-politik çizgisi doğrultusunda örgütlenen askeri güçlerin Şengal’de de, Kerkük’te de, Musul çevresinde de IŞİD’e karşı bir mücadele içinde olduğu açıktır. Bu açıdan ne İmralı’daki görüşmelerde ne de okunan belgede PKK'nin ya da HPG’nin tümden silahları bırakacağı biçiminde bir yaklaşım yoktur. Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılması tartışılmıştır, tartışılmaktadır. Kürt sorununun çözümünde somut adımlar atıldığı takdirde PKK Kongresi böyle bir gündemle toplanacaktır.

Hükümetin bu açıklamadan sonra hemen gerillanın silah bırakacağını temel gündem gibi sunması bir özel savaş yaklaşımıdır. Bu bir çözüm ve barış dili değildir. Gerilla silah bıraksın söylemi kırk yıldır Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürütülen özel savaş dilidir. Okunan belge bir bütündür. Okunan belgede ne vardır? Geçmişten beri Kürt toplumunun, bütün dışlanmışların devlet tarafından ezildiği, sömürüldüğü, baskı altına alındığı, haklarının kısıtlandığı değerlendirmesi vardır. Bu belgede bu konu net vurgulanmaktadır, altı çizilmektedir. Yine Kürt meselesinden söz edilmektedir. Türkiye devleti tarihindeki Kürtlere karşı, diğer topluluklara karşı uygulamalar ortaya konulduktan sonra çözüm için on madde ifade edilmektedir. Bu ne demektir? Ortaya konulan sorunların on madde temelinde çözülmesi demektir. Evet, silahlı mücadelenin bırakılması da vardır o açıklamada. Dünya genelinde bu tür sorunlar nasıl çözülür? Ya da bu işlere nasıl yaklaşılır? Temel sorunlar çözüldü mü, diğer taraf da silahlı mücadeleyi bırakır. İşin gerçeği budur. Ya da Önder Apo'nun dediği gibi aynı anda gerçekleşir. Senkronize olur. Kürt Özgürlük Hareketi Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakma anıyla Kürt sorununun Türkiye'yi demokratikleştirme çözüm anının aynı anda olmasını kabul etmektedir. Yoksa bu belgeden hemen, derhal ilk yapılacak işin silahların bırakılacağı gibi ortaya koymak bir kere okunan belgeyi okumamış ya da anlamamış olmaktır. Niyet beyanı nedir? Niyet beyanını hemen, derhal bugünden yarına Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılması biçiminde bir açıklama olarak ele almak açıklamayı doğru anlamamak ve kendine göre yorumlamaktır. Bu da bir özel savaş ya da psikolojik savaş mantığıdır. Ve seçim öncesi bir propaganda malzemesi olarak kullanmaktır. Herkesin ciddiyetle yaklaşması gerekiyor. Yüz yıllık Kürt sorununa böyle yaklaşarak bir yerlere varılamaz.

Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi ve Önder Apo neredeyse yirmi yıldır Türk devletine Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için fırsat vermekte, zemin sunmakta, Hükümetin ve devletin elini kolaylaştıran yaklaşımlar göstermektedir. Dünyada bu konuda PKK kadar makul bir hareket bulunamaz. Bu konuda Kürt Halk Önderi gibi yaratıcı ve sabırla yaklaşan başka bir Önderlik de bulunamaz. Bu açıdan hiç kimse Önder Apo'ya ve Kürt Özgürlük Hareketi'ne Kürt sorununun çözümü için zemin sunmadınız, fırsat sunmadınız, kolaylık göstermediniz, zaman tanımadınız diyemez. Önder Apo da, Kürt Özgürlük Hareketi de bugüne kadar üzerine düşen sorumlulukları fazlasıyla yerine getirmiştir. Dünyadaki başka örneklere bakıldığında Önder Apo ve Hareketimizin makul ve sorumluca yaklaştığını ve bunu fazlasıyla yaptığını herkes görebilir.

O nedenle de böyle bir açıklamayı bütünlüğünden koparıp, bir cümleyi cımbızlamak, onun üzerinden bir psikolojik savaş yürütmek olsa olsa Hükümetin niyetini gösterir. Özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kırk yıllık bir özel ve psikolojik savaşın yürütüldüğü düşünülürse bu tür demeçler, algı yaratma çabaları önceki yılların anlayışı ve karakteriyle Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüne yaklaşıldığını ortaya koyar. Yani işe ciddi yaklaşılmadığı gibi bir kanı ortaya çıkar.

 Bu açıdan biz Hükümet’in de, ilgili çevrelerin de, tüm kamuoyunun da belgeye bütünlüklü bakması gerektiğini söylüyoruz. Hükümetin de kendi yapması gerekenleri görmesi gerekiyor. 2013’te Önderlik yine önemli bir çağrı yaptı, ateşkes ilan etti, çatışmasızlığı sağladı, askerleri bıraktırdı, gerillanın önemli bir bölümünü Türkiye sınırları dışına çıkarttı. Hükümet yine hiçbir şey yapmadı. Böyle olabilir mi? Kürt Özgürlük Hareketi yapacağı her şeyi yapacak, ama Hükümet hiçbir şey yapmayacak! Bu açıdan Hükümetin ya da bu yönlü propaganda yapanların yaklaşımları doğru değildir. Bu tür yaklaşımlar böyle tarihi bir açıklamayı, tarihi bir niyet beyanını anlamsız hale getirmektedir.

Hükümet yetkilileri ve bazıları “seçimden önce hiçbir adım atılamaz, Hükümet hiçbir şey yapamaz, Hükümetin hiçbir şey yapması mümkün değildir” diyor. Ama sıra gerillanın Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakması ve bu temelde kongre yapılmasını hemen olabilecek bir şeymiş gibi gündeme koyuyor ve tartışıyorlar. Böyle gayriciddi bir durum olabilir mi? Kaldı ki açıklamada da görüldüğü gibi esas olan tahkim edilmiş ateşkestir. Buna devletin de uyması, Özgürlük Hareketi'nin de uymasıdır. Aslında şu anda Hükümete sunulmuş en önemli fırsat budur; tahkim edilmiş ateşkestir. Bu tür psikolojik savaşla, özel savaşla tahkim edilmiş bir ateşkes bile anlamsız hale getiriliyor.

 

Kongrenin gerçekleşmesi durumu hangi momentte olacak?

Önderliğimiz bir niyet beyanı olarak kongrenin toplanabileceğini kamuoyuna duyurmuştur. Zaten bir niyet beyanı olarak açıklama yapacağını bize de iletmiştir. Biz niyet beyanında belirtilen kongrenin toplanmasına her zaman hazırız. Ama bunun için niyet beyanının ortaya konduğu Hükümet ve devlet taahhütlerinin de yerine getirilmesi gerekiyor. Bunlar üzerinde hiç konuşulmayacak, ama Önder Apo'nun niyet beyanı hemen gerçekleşsin denilecek! Açıkça söyleyelim, böyle bir niyet beyanını pratikleştirmeye zemin olacak, bunu sağlatacak adımları Hükümet atmadan, Hükümetin adım atacağı görülmeden böyle bir kongre toplanması gündeme gelmez. Kongre böyle bir durumda niye toplansın? Çünkü belgedeki açıklama sadece Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakmayı içermiyor ki! On maddeyi içeriyor, tahkim edilmiş çatışmasızlığı içeriyor. Tahkim edilmiş çatışmasızlığın ya da ateşkesin içinde karakol, baraj, yol yapımının da olmaması gerekiyor. Erdoğan kalkmış Gever’de havaalanın yapılmasından söz ediyor. O havaalanının ne için yapıldığını herkes biliyor. Çok amaçlı yapılan bir hava alanıdır. O havaalanı ileride askeri uçaklar için de kullanılacaktır.

Eğer iyi niyetle biz toplum için yapıyoruz deniliyorsa, o zaman Kürt sorununun çözümünde adım atar, Türkiye'yi demokratikleştirirsiniz ve bu tür sorunları çözersiniz. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun kalıcı çözümü için adımlar atılmadığı halde “biz çok adım attık, her şeyi yaptık, çok az bir şey kaldı” biçiminde yapılan değerlendirmeler, sadece Hükümetin ne kadar samimi, ciddi olup olmadığını sorgulatmaktadır.

 

Türkiye'ye karşı silahlı mücadelenin bırakılması ve Türkiye'de demokratik siyasetin devreye girmesi hangi koşullarda ve hangi çerçevede olur?

Silahların ya da silahlı mücadelenin bırakılmasıyla hemen demokratik siyaset gelmez ya da demokratik siyasetin yapıldığı bir siyasi ortam var denilemez. Demokratik siyasetin yapılması için en başta demokratik olmayan zihniyetin değişmesi gerekir. Türk devletinin en temel konularda demokratik siyaset yapılacak düzeyde demokratikleşmesi gerekir. Örneğin Türkiye'de hala Kürt sorununun resmi olarak varlığı tanınmıyorsa, anayasal ve yasal çerçevede Kürtler nasıl siyaset yapacaktır? Anayasa ve yasal çerçevede Kürtler tanınmıyorsa yarın Kürt sorunuyla ilgili her şey suç sayılabilir. Bu bile demokratik siyasetin yapılması için Türkiye'de en başta da Kürt inkarının yasal ve anayasal olarak kaldırılmasını gerektirir. Yoksa zaman zaman Kürtlerden söz etmekle sorunlar çözülmüyor ya da TRT 6’ya TRT Kurdi demekle inkar ortadan kalkmış olmuyor. Bunlar biraz da Kürt halkının yürüttüğü Özgürlük Mücadelesi sonucu devletin zorunlu olarak yaptığı şeyler olarak ortaya çıkmıştır. Bir zihniyet değişikliği sonucu yapmamıştır. Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşın sadece silahla yürütülemeyeceği görülünce, en fazla teşhir olunan konularda bazı yumuşama yapılmıştır. Bu yönüyle “silahlı mücadele bırakılsın, demokratik siyaset yapılsın” demek yetmez. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi de, Önder Apo da demokratik siyaset alanına girmek istiyor, Kürtler de girmek istiyor. Ama nasıl girilecek? Gelsin, ne sorunları varsa Meclis’te konuşulsun deniyor. Anayasa ve yasaları Kürtlerin varlığını tanımıyor, dolayısıyla inkar ediyor, 20-30 milletvekili mecliste konuşsa ne olacak? Elli yıl da konuşsa inkar edersin, hatta susturursun. Şimdi Kürdistan kelimesi çıktığı zaman susturulmuyor mu? Hemen bölücülük olarak suçlanmıyor mu? Dolayısıyla silahlı mücadele bırakılsın, demokratik siyaset yapılsın lafı bu ortamda bir demagojidir.

Evet, silahlı mücadelenin bırakılacağı ve demokratik siyasetin yapılacağı bir Türkiye olsun, biz bunu istiyoruz. Ama bu, Kürt inkarından vazgeçilmeden, Kürtler anayasal ve yasal güvenceye alınmadan olmaz. Kürtlerin temel hakları tanınmadan ya da diğer halkların özgür ve demokratik yaşamının asgari koşulları sağlanmadan demokratik siyasetin yapılması mümkün müdür? PKK silahlı mücadeleye başlamadan önce demokratik siyaset mi vardı? Ya da Kürtler gerçekten demokratik siyaset yapabiliyor muydu? Türkiye İşçi Partisi’nin nasıl kapatıldığını biliyoruz. Kürtlerden bahsetti, hemen kapatıldı. Dolayısıyla Kürtler açısından hala demokratik siyasetin yapılacağı ortam gerçekleşmemiştir. Hükümete ve devlete düşen görev, bunun gerçekleşmesini sağlamaktır. Yoksa “silahı bırak, gel demokratik siyaset yap” demek çocuk kandırmaya benzemektedir. Diğer yandan silahlı mücadelenin olmadığı yerde doğrudan demokratik siyasetin var olduğunu söylemek gerçeklikle bağdaşmaz. Dünyada birçok otoriter sistem var. Silahlı bir direniş olmasa da demokratik siyaset varlığından söz edilmez. Türkiye öyle hala herkese, her topluluğa demokratik siyaset alanının açıldığı bir ülke değildir. Evet, Türk kimliği tanınmış, başta siyaset olmak üzere tüm şeyler Türklük adına yapılıyor. Hatta HDP'ye de, herkese de Türklük adına siyaset yapacaksın, Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü adına siyaset yapacaksın deniliyor. Halbuki bu koşullarda Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü adına siyaset yapmak demek de, Türkiye gerçeğinde Kürt halkının varlığının inkar edildiği bir siyasal anlayış olmaktadır.

HİÇ KİMSE UCUZ LAFLAR ETMESİN

Türkiye, Önder Apo'nun ortaya koyduğu ve HDP Heyetiyle Hükümet yetkililerinin bir arada bulunduğu mekanda açıklanan on maddeyi gerçekleştirirse demokratik siyaset yapma imkanı ortaya çıkmış olur. Zaten orada bir madde de demokratik siyasetin nasıl gerçekleşeceğine ve demokratik siyasetten ne anlaşılması gerektiğine ilişkindir. Demokratik siyasetin var olması bir müzakere konusudur. Kaldı ki o maddelerin hepsi de bir bütündür. Öyle ikisi olur, üçü olmaz biçiminde olmaz. On madde bir bütün olarak müzakere edilir, asgari müştereklerde mutabakat sağlanırsa, yani bir uzlaşma sağlanırsa o zaman demokratik siyasetin varlığından söz edilebilir. Şu anda hiç kimse ucuz laflar etmesin. Silahın bırakılmasıyla demokratik siyasetin var olacağı ve sorunların demokratik siyasetle çözüleceği söylenemez. Mevcut anayasa ve yasalarla Kürtler demokratik siyaset yapamaz. Özgürce demokratik siyaset yapacağım diyenleri Türkiye'de amiyane deyimle bilmem “ne yaparlar, ne hale sokarlar”!

Türk devleti böyle bir devlettir. Şu anda da Türkiye'de demokratik siyaset alanı yoktur, bunun mücadelesi vardır. Eğer sınırlı bazı şeyler varsa bu mücadele yapıldığı için vardır. 1990’lı yıllardaki serhildanlar sonucu HEP kurulmuştur. Demokratik siyaset alanı mücadele sonucu sınırlı düzeyde kullanılmaktadır. Ama hala tümüyle demokratik siyaset vardır denilemez. Bırakalım Kürtler açısından, Türkiyeli topluluklar ve siyasi güçler açısından da gerçek anlamda demokratik siyaset yapma imkanı bulunmamaktadır. Herkes devletin anayasa ve yasasına göre kendini ayarlamaktadır. Karadeniz’de ya da Orta Anadolu’nun birçok yerinde, Akdeniz’de gidilsin Kürt sorunundan söz edilsin, başlarına neler getirilir? Kürtler açısından inkar ve imha siyaseti kalkmıştır denilmektedir. AKP’liler ve AKP yalakaları bu yönlü propaganda yapmaktadırlar. Ama gerçek böyle değildir. Kim Kürtler açısından “inkar ve imha siyaseti kalkmıştır” diyorsa kendisini kandırıyordur. Anayasa ve yasalarda Kürtlerin kabul edildiğine ilişkin bir madde ya da bir durum var mıdır?  Asimilasyon araçlarının çok yönlü geliştiği bir dönemde anadilde eğitim yoksa Kürtçenin yok oluşu durdurulabilir mi? Bu yönüyle Davutoğlu’nun ikide bir çıkıp “Silah bıraksınlar demokratik siyaset yapsınlar” demesi demagojidir. Bu, kendi sorumluklarından kaçmaktır. Evet, demokrasinin kapitalist modernite ölçülerinde belli düzeyde var olduğu ülkelerde demokratik siyasetin var olduğundan söz edilebilir. İspanya’da bile demokratik siyaset nasıl ortaya çıkmıştır? Ancak Baskların ve Katalanların özerkliği tanındıktan sonra gerçek anlamda demokratik siyaset alanından söz edilmiştir. Ondan önce kim demokratik siyasetin varlığından söz edebilir?

 

Peki, Kürt gerçeği söz konusu olduğunda Türkiye'de ne zaman demokratik siyasetin varlığından söz edilebilir?

Türkiye'de Kürt sorunu diğer bütün ülkelerde var olan sorunlardan farklıdır. Başka ülkelerde bir toplumun varlığı yok sayılmıyor, kimliği yok sayılmıyor. Bazı haklarda belki sınırlama var, tam demokrasi olmasa da demokratik siyasal alan kullanılarak bu tür sorunlar çözülebilir. Fakat Kürt gerçeğinde bir varlık yokluk sorunu var, kabul edilip edilmeme sorunu var. Yoksa kabul edilmiş bir halkın haklarının eksikliğinden söz etmiyoruz. Zaten asgari müşterek demek bir toplumun varlığını ve özgürlüğünü güvenceye alan haklarını kabul etmek demektir. Diğer haklar zamanla mücadeleyle kazanılabilir, haklar genişletilebilir. Ama varlık yokluk sorununun olduğu yerde haklar tanınmamışken kimse Kürtler için demokratik mücadelenin varlığından söz edemez. Bu açıdan Kürt sorununun karakteri dünyadaki diğer sorunların karakterinden farklıdır. Kürdistan sömürge bile değildir. Klasik sömürge olsaydı bile bazı hakların eksikliği şu veyahut da bu mücadeleyle giderilebilirdi. Kürdistan klasik sömürge bile değil; varlığı kabul edilmiyor, yok sayılıyor. Yok olan neyin mücadelesini verecek? Hangi demokratik siyasetin mücadelesini verecek? Bir kere bu gerçeğin herkes tarafından anlaşılması gerekir. Bir kere daha vurguluyoruz, Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi silahlı mücadelenin bırakılması ve demokratik siyasetin yapılmasından yanadır; ama demokratik siyaset nedir ya da hangi koşullarda silahlı mücadele bırakılırsa demokratik siyaset var olur, bunların da iyi ortaya konulması lazım. Mevcut durumda silahların bırakılmasıyla demokratik siyaset ortaya çıkmaz ya da demokratik siyasetin varlığından söz edilemez. Bunu herkesin iyi bilmesi gerekir. HDP Türkiye'nin birçok yerine gidiyor, taşlanıyor, binaları yakılıyor yıkılıyor. Bırakalım Kürtlerin varlığının anayasal ve yasal güvencede olmasını, bu durumda bile demokratik siyasetten söz edilebilir mi? Herkes bilmiyor mu yüzde on barajının Kürtlerin önünü kesmek için yapıldığını? Bu bile kaldırılmıyorsa gelsin demokratik siyaset yapılsın diyenleri kim ciddiye alır? Siz de parti olarak girmeyin, bağımsız olarak girin demek dalga geçmek değil midir? Eğer Kürtlerin varlığını kabul eden ve özgür yaşamını güvenceye alan bir siyasal sistem ortaya çıkarsa, kuşkusuz birçok haklarda var olan eksiklikler ve yetersizlikler demokratik siyasal mücadele ya da başka yollarla giderilebilir. Çünkü Kürtlerin anayasal ve yasal varlığı güvenceye alınırsa yukarıdaki engellemeler de ortadan kalkar ya da anlamsızlaşır.  

 

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan yine Hareketinizin ayak direttiği, ‘teröristlerin’ silah bırakacağını, devletinin ise bırakmayacağını söylüyor. Bu ne anlama gelmektedir?

Erdoğan zaten yıllardır bunu söylüyor. Ateşkesin olduğu dönemlerde de sürekli bu tür propagandalar yapıyor. Böylece esas olarak kendi çözümsüz politikalarının üstünü örtmeye çalışıyor. Önder Apo bir taslak sundu. Bu taslak Hükümetin de bulunduğu bir ortamda açıklandı. Hemen bu açıklamanın arkasından bu sözleri söylemesi gerçekten de bir psikolojik harekat oluyor. Yine kendi politikası yok, bu nedenle de çözümsüzlüğü Kürtlerin üzerine yıkmaya çalışıyor. Böyle bir psikolojik savaşı bir tarz haline getirmiş. Televizyonları var, gazeteleri var, bununla bir algı yaratıp işleri yürütmeye çalışıyor. Teröristlerin silah bırakacağından söz ediyor, devlet bırakmaz diyor. Kürt sorununun çözümünü isteyen bir taraf dilini değiştirmez mi? Hala terörist dersen muhatabın sana nasıl bakar, nasıl yaklaşır? Bunlar basit sorunlar mıdır?

Kürt sorunu çözülmeden, Kürtlerin hiçbir hakkını tanımadan silah bırak dersen o zaman Kürtler de kalkar devlet silah bıraksın der. Çünkü Kürtler üzerinde baskıyı yapan askerdir, polistir. Türk devleti askeri ve polisiyle yüz yıldır Kürtler üzerinde baskı kurmuş, kan kusturmuş, sömürgeci kültürel soykırımcı sistemini uygulamıştır. Kaldı ki işine geldiğinde AKP’liler de bunları dillendirmiyor mu? Bu açıdan sorunlara böyle bakılamaz. Bir sorun vardır, bu sorunun nasıl çözüleceğinin tartışılması lazım. Eğer sorunlar karşılıklı olarak sen silah bırak söylemleriyle çözülseydi şimdiye kadar çözülürdü. Bu kadar kolay mıdır? PKK silah bırakınca sorun çözülecekmiş! Sorunu yaratan PKK değil ki! Sorunu yaratan Kürt Özgürlük Hareketi ve gerilla değil ki! Gerilla, PKK sorunun varlığında ortaya çıkmıştır. Sorun da hala ortadan kalkmamıştır. Bazı işbirlikçi yalaka AKP’liler Kürt sorununun artık var olmadığından söz ediyorlar. Açıkça Kürt halkıyla dalga geçiyorlar. Kürt sorunu çözülmemiştir. Silahların susması ya da gerillanın Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakması kalıcı olması isteniyorsa, kalıcı bir çözüm aranıyorsa o zaman Kürt sorununun çözümü konusunda adımların atılması gerekiyor.

Tartışılan şu değildir; devlet mi silah bırakacak, gerilla mı silah bırakacak? Sorun çözülmezse devletin askeri ve polisi Kürtler üzerinde baskı aracı olmayı sürdürür, sorun çözülmezse Kürt gençleri de, gerillalar da sürekli bir isyan içinde, bir direniş içinde olur. Bu iki etkeni de ortadan kaldırmanın yolu tabii ki Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün sağlanmasıdır. Yoksa Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı “devlet de asker de silah bıraksın” çağrısı yaparak bu sorununun çözülmeyeceğini bilmektedir. Ya da askerin ve polisin Kürtler karşısındaki tutumunun değişmeyeceğini bilir. Bu yönüyle Kürt Özgürlük Hareketi sorunu asker ve polis silahı bıraksın biçiminde ortaya koymamıştır. Şu anda tartışılan bu değildir. Tartışılan, Kürt sorununun çözümünün nasıl olup olmayacağıdır, nasıl olacağıdır, nasıl olması gerektiğidir. Bu sorun çözüldüğünde Türk askerinin, polisinin Kürtler karşısındaki konumu değişir, gerillanın da konumu değişir. Bu, açık bir gerçektir.

 

Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a AKP yetkilileri İmralı, Kandil ve HDP’nin birbirini dinlemediği gibi bildik söylemlerini tekrar ediyorlar. Bu söylemlerle neyi amaçlıyorlar, bu sözlerle çözüm isteyen bir devletin ve Hükümetin söylemleri olabilir mi?

İmralı, Kandil, HDP’nin birbirini dinlemediği söylemleri de bir yalan ve uydurmadır. Bu, kendi tutumlarından ortaya çıkıyor. İmralı tecrit altında, Kürt Özgürlük Hareketi Önderliğiyle görüşemiyor. Kürt Halk Önderi düşüncelerini söylüyor, “gidin bunu Kandil’le tartışın” diyor. Kürt Halk Önderi’nin “Gidin Kandil’le tartışın” dediği bir konu tartışılmadan netleştirilebilir mi? Netleştirilemez. Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi netleştirilmesini istemiştir ve Heyet gitmiştir İmralı’da Kürt Halk Önderi’yle görüşerek böyle bir ortak açıklama yapılması kararlaştırılmıştır.

İmralı’yla Kandil’in ya da Önder Apo’yla Kürt Özgürlük Hareketi'nin birbirini dinlemediği söylemleri tamamen bir safsatadır. Kürt Halk Önderi  müzakere taslağını bize sunmuş, biz derhal kabul etmişiz. Peki Hükümet kabul ettiğini açıkladı mı? Hükümet Önder Apo'nun ortaya koyduğu müzakere taslağına uygun davrandı mı? Hareketimiz uygun davrandı. AKP uygun davrandı mı? Kamuoyuna bu taslağı kabul ettiğine dair bir açıklama yaptı mı? Son günlerde anladık ki AKP’lilerin birinin söylediği diğerini tutmuyor. Beşir Atalay farklı konuşuyor, Bülent Arınç farklı konuşuyor, Yalçın Akdoğan ayrı yazıp-çiziyor. Bu açıdan kim kimi dinlemiyor? Biz hareket olarak Önder Apo’yu baş müzakereci ilan etmişiz, bunu kamuoyuna da duyurmuşuz. HDP zaten İmralı’ya gidip geliyor. HDP İmralı’yı dinlemiyormuş! Heyet sürekli gidip gelmiyor mu? Konuşulmuyor mu? Bu açıdan bunlar gerçekten klasik söylemlerdir. Özellikle de Önder Apo’nun İmralı’ya düşmesinden sonra böyle bir psikolojik savaş arttırılmıştır. 17 yıldır bu tür söylemleri sık sık duymaktayız. Aslında Önder Apo uluslararası komployla İmralı’da esaret altına alınmadan da Türk basını, Türkiye siyaseti bunu yapıyordu. Yıllarca “şu-bu Apo’ya isyan etti”, “PKK içinde bölünme var” gibi söylemler tekrarlandı. Ama bunların hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla şimdi söylenenler de yalandır. Ciddiye alınacak tarafı yoktur. Bunların yalan olduğunu söylemek bile bizim için anlamsızdır. Ancak şu bakımdan önemlidir, eğer devlet ve Hükümet psikolojik savaş yürütüyorsa, buna başvuruyorsa, buna tenezzül ediyorsa, o zaman çözüm niyeti var mı yok mu konusunda kuşku duyulur. Ortak açıklama yapıldıktan hemen sonra böyle şeyler söylenmesi, aslında bir çözüm politikası olmayan, açıklamada ortaya konulan on başlıkta müzakere etme, tartışma, bir sonuca varma zihniyeti, niyeti ve politikası olmayan Hükümetin, kendi çözümsüzlük politikasının üstünü örtme çabası anlamına geliyor. Çözümsüzlük politikasının üstünü örtmek ya da kendi görevlerinden kaçmak için bu tür psikolojik savaş söylemlerini tekrarlıyorlar. Sanki kendisinin yapacağı işler yokmuş gibi sürekli “İmralı silahları bırakma çağrısı yapmış, o zaman silahları bırakmalılar” gibi bir psikolojik harekat yürütüyorlar.

‘HÜKÜMETİN BU İŞİ SEÇİM PROPAGANDASI YAPMADAN ADIM ATMASI LAZIM’

Açıktır, Önder Apo'nun söylediği bir niyet beyanıdır. Biz de Önder Apo'nun  ortaya koyduğu niyet beyanını, müzakere taslağında söylediklerini de onayladık, kabul ettik. Bizim Önder Apo'nun ortaya koyduğu müzakere taslağını tümüyle kabul ettiğimizi herkes biliyor. Kasım ayında sunulan müzakere taslağında da PKK'nin kongre toplayıp silahlı mücadeleyi Türkiye'ye karşı durdurma adımı vardı. Bu üçüncü adımdı, yani en son adımdı. Bu açıdan İmralı, Kandil ile HDP arasında bir çelişki yok; aksine Türk devletinin çözümsüzlük politikası olan, hala çözüm politikasında bir niyet ve proje ortaya koymayan AKP Hükümeti’nin, cumhurbaşkanının kendi çözümsüz politikalarının üstünü örtme gerçeği var. O zaman tabii ki Hükümetin tutumundan kuşku duyulur. Dolmabahçe’de açıklama niye yapıldı? Bir seçim propagandası için mi HDP heyetiyle yan yana bulunuldu? Hükümet’in bu işi seçim propagandası yapmaktan vazgeçip derhal adım atması lazım, müzakereye başlaması lazım. Yoksa bazı çevrelerin AKP'nin bu açıklamaya katılması bir seçim hesabıdır, söylemlerine haklı olarak zemin sunulmuş olur.

Eğer devlet ve Hükümet isterse, çözüm politikası da varsa müzakereye oturulup sorunlar kısa sürede çözülebilir. Çünkü Önder Apo'nun da, Hareketimizin de çözümün nasıl olacağı konusunda hazırlıkları vardır. Eğer Hükümetin gerçekten de bir çözüm politikası varsa onun da hazırlıkları vardır. O zaman adım atılabilir. Ama AKP Hükümeti’nin hem sadece silah bırakılmasından, silahlı mücadelenin durdurulmasından söz etmesi ve hep İmralı, Kandil ve HDP çelişkilerinden söz etmesi gerçekten de bir samimiyetsizlik olduğu gibi, tutumu konusunda kuşkuların artmasına yol açmaktadır. Özellikle de Dolmabahçe’deki açıklamadan sonra hemen Cumhurbaşkanı’nın bu tür sözler söylemesi, ciddiyetsizliğini ortaya koymaktadır. Daha sonra Bülent Arınç’ın söylemleri var, bunların hepsi gayri ciddi söylemlerdir.

 

Yarın: Hükümet seçimleri kazanıp Başkanlık sistemini getirmek istiyor?
İç Güvenlik paketi süreci nasıl etkiler?

 

AKP Hükümeti hangi adımları atmalı?

 

Demokrasi güçlerine ve Kürt halkına düşen görevler…