PKK silah mı bırakıyor?- Cahit Mervan

Her şeyden önce ‘Son Kürt İsyanı’nın lideri Öcalan’ın mektubunun başbakanlık konutunda ve hükümet heyetinin hazır bulunduğu bir basın toplantısında okunması, Kürt tarafının bir başarısı olarak görmek gerekiyor

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı hükümet heyeti ile yapılan basın toplantısında okundu. Her şeyden önce  ‘Son Kürt İsyanı’nın lideri Öcalan’ın mektubunun başbakanlık konutunda ve hükümet heyetinin hazır bulunduğu bir basın toplantısında okunması, Kürt tarafının bir başarısı olarak görmek gerekiyor. Bu güne kadar Kürtlerin ret ve inkâr üzerine şekillenen anlayışa bir darbe daha indirilmiştir. Türk heyeti Öcalan’ın mektubunun içeriğini hazmetmese de- elleri mecbur olduğundan- saygılı bir şekilde dinlediler. Ortaya çıkan resim Öcalan’ın bir kez daha muhatap ve Kürtler adına baş müzakereci olduğunu tasdik etmiştir. 

SİLAH BIRAKMA GÜNDEMDE YOK

Öcalan’ın mektubunda yer alan görüşler ve yapılan çağrılar beklenildiği gibi Türk hükümeti ve onun medyası tarafından ‘silah bırakma’ olarak yorumlandı. Öyle bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Ancak Öcalan’ın çağrısı ‘silah bırakmayı’ değil, ‘silahlı mücadeleyi’ sonlandırmayı ön görmektedir.

Bu iki olgu aynı içeriğe sahip değildir. Çünkü, PKK açısından Türkiye’nin siyasi sınırları içinde silahlı mücadeleyi sonlandırmakla, silahları bırakma sanıldığından daha köklü ve niteliksel bir durumdur.  Bu iki olgunun bilerek veya farkında olmadan karıştırıldığı, eş anlamda kullanıldığı gözden kaçmamaktadır. Bu ise yanlış sonuçlara ve farklı beklentilere yol açmaktadır. 

Bir kez daha hatırlatmakta yarar var ki, PKK açısından silahların bırakılması asla söz konusu değildir. Kürdistan, Kürt ve diğer halklara karşı soykırım tehdidi devam ettiği müddetçe bu mümkün değil. Kaldı ki, Kürdistan Savunma Güçleri çözüm sürecinin ve kalıcı barışın sadece bir parçası değil, aynı zamanda olmazsa olmaz güvencesidir.            

HER ŞEY HÜKÜMETİN ATACAĞI ADIMLARA BAĞLI

Şartlar oluştuğunda, yani Öcalan’ın çağrısında dile getirdiği asgari müşterekte ilkeler üzerinde anlaşma sağlanırsa, PKK silahlı mücadeleyi sonlandırmak için bahar aylarında olağanüstü kongresini toplayabilir. Bu olası bir gelişmedir.  Bu şartların ne olduğu ise zaten okunan mektupta sıralanmıştır.  Daha net anlaşılması için Öcalan Türk hükümetine şunu söylemektedir: Müzakereleri başlat. Çözümün ruhuna uygun demokratik adımlar at. PKK’de buna karşın Türkiye sınırları içinde silahlı mücadeleyi sonlandırdığını bir kongreyle deklere etsin.

 Türk hükümeti adım atmadan, müzakerelere başlamadan PKK’nin kongre toplayacağını ve silahlı mücadeleyi sonlandıracağını beklemesi sadece güzel bir rüyadan ibaret olabilir. Bu kongrenin toplanması Öcalan ve PKK’den çok hükümetin yapacaklarına bağlıdır. Hükümet ilk adım olarak barışa, çözüme ve demokratikleşmeye ağır darbe anlamına gelen faşist iç güvenlik paketini geri çekerek işe başlayabilir. Hükümetin seçimi kazanma veya kaybetme kaygısından bağımsız olarak, PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırması için gerekli adımları peş peşe atması gerekiyor. Hasta tutsakların serbest bırakılmasından, Öcalan’ın çağrısında dile getirilen 10 başlığın müzakere edilmesine, baraj ve karakol yapımının durdurulmasından, DAİŞ ve benzeri çetelere verilen desteğin kesilmesine kadar bir dizi olumlu adım atması gerekiyor…

Bu adımlar atılmadan, PKK’nin ‘silahlı mücadeleyi sonlandırdığı’ kararını alması ve bunu uygulamaya koyması beklenen bir gelişme olmayacaktır. Kaldı ki, PKK çözüm süreci başladığından bu yana ateşkes konumundadır. Çoğu kez tek taraflı ve Kürt gerillasının fedakârlığı sayesinde korunan negatif ateşkes ortamının ‘pozitif’ kalıcı, yani geri dönülmez bir sürece dönüşmesi artık Türk tarafına bağlıdır.

Ne yazık ki, Türk tarafının bu konudaki pratiği güven verici olmaktan uzaktır. Her gün büyük çaplı askeri manevralar, üst düzey KCK yetkililerinin de bulunduğu alanlarda istihbarat amaçlı ve tümüyle savaş hazırlığı anlamına gelen keşif uçuşları yapılmaktadır. Aslında defalarca ateşkesin ihlali olan bu aymazlığın sıcak çatışmalara dönüşmemesinin tek nedeni Kürdistan gerillasının barış ve çözüm konusundaki samimi duruşu ve sabrıdır.

Bu nedenle hükümetin ev ödevlerini yerine getirmesi, üzerinde uzlaşılan ‘asgari müştereklerin’ gereğini yapması istenilen sonuca götürebilir. Hükümet çözüm ve barış konusunda sözden öte, somut, kalıcı ve inandırıcı adım atmadan bekler, işi her zaman olduğu gibi bir ‘halkla ilişkiler’ çalışması ve psikolojik savaşa vurursa, bu kez rüya yerine gerçekten kâbus görür.

DAVUTOĞLU SÜRECİ ANLAMAMIŞ

Türk Başbakanı Davutoğlu, yapılan açıklamanın ‘takipçisi olacağız’ demiş! Kimsenin Türk başbakanından ‘takipçi’ olmasını istediği yok. O, bir taraf olarak üzerine düşeni yapmakla mükelleftir.  Çünkü bu süreç başından itibaren tek taraflı bir süreç değildir. Taraflardan birisi ‘takipçi’ olduğu, diğerinin ise yapmakla yükümlü olduğu bir süreç değil. Aradan geçen iki yıl bize, çözüm sürecinin ilerlemesinin ancak çift taraflı ve eş zamanlı adımlarla mümkün olduğunu çok net gösterdi.

Öte yandan altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken birkaç husus daha var:

Öcalan bu açıklama ve çağrısıyla siyasi bir hamle yapmıştır. İnisiyatifin kendisinde ve Kürt Özgürlük Hareketi’nde olduğunu göstermiştir. Seçimlere giderken son derece yerinde ve iyi seçilmiş cümlelerle kaleme aldığı çağrısıyla, Kürt ve demokrasi isteyenlerin elini güçlendirmiştir. Elbette ki Öcalan bu çağrısıyla risk almıştır. Ancak çağrının yol açtığı ve açacağı sonuçlar bu riski almaya değerdir.

ÖCALAN HDP’NİN ÖNÜNÜ AÇTI

Örneğin bu çağrıyla hükümetin, Erdoğan’ın ve onun havuz medyasının psikolojik savaşını, ‘Öcalan-HDP-Kandil arasında görüş ayrılıkları var’ demagojisini yerle bir etmiştir. ‘Öcalan istiyor, HDP ve Kandil çelme takıyor’’ yönündeki kirli propaganda tuzla-buz olmuştur.

Seçime giderken Öcalan’ın çağrısı HDP’nin önünü açmaktadır. Bu çağrının yarattığı siyasi etki o kadar sarsıcıdır ki, HDP açısından çıta artık yüzde 10 barajı değildir. O aşama bu çağrıyla aşılmıştır. Eğer hükümet çağrının ruhuna uygun davranır, hile ve anti-demokratik yollara başvurmazsa,  HDP barajı aşmakla kalmayacak, yüzde 15’lere vuracaktır.

İNİSİYATİF ÖCALAN VE PKK’DE

Altı çizilmesi gereken başka bir gerçek ise, Öcalan bu çağrıyı en güçlü olduğu bir dönemde yapıyor. Yani Kürtler ve Öcalan Türk devletiyle gerçek manada bir müzakereye en güçlü oldukları bir dönemde oturuyorlar. Bu anlamda ‘dedikodu taburlarının’ ve PKK karşıtlarının yaratmak istedikleri endişelere asla prim vermemek gerekiyor. Enseyi karartacak bir durum söz konusu değildir.  

Kaldı ki Türk hükümetinin ne Öcalan’a, ne PKK’ye, ne HDP’ye ve ne de demokrasi güçlerine dikte edecekleri bir süreç söz konusu değildir.  Şengal-Kobanê direnişi ve peşi sıra gelen o muazzam zafer, YPG-YPJ, HPG güçlerinin DAİŞ çetelerine karşı en son Güney Kürdistan ve Rojava Kürdistanı’nda elde ettikleri stratejik mevzilerin yanı sıra, içte çürüyen ve tükenen, dışta ise yalnızlaşan bir hükümet ve Erdoğan söz konusudur. Öcalan, PKK ve HDP ise yedi kıtada prestijleri yükselmeye ve daha fazla kabul görmeye devam ediyor. 

Eğer barış ve çözüm sürecinin inisiyatifi Türk hükümetinde olsaydı, endişe duymaya mahal hasıl olurdu. Ancak çok net olan bir şey var ki, inisiyatif Öcalan ve PKK’dedir. Son çağrı da bunun en açık ifadesidir. Bu ise en büyük güvencedir.